Virginia ve Harvard Üniversitesi'nde "mindfulness" ile ilgili geçtiğimiz dönemde çok değerli ve çarpıcı sonuçları olan araştırmalar yapıldı. Çalışmanın katılımcılarından istenen şey basitti; bir süre (yaklaşık 15 dakika) olduğunuz yerde oturun ve "sadece" düşünün. Eğer bundan daralıyorsanız ve bir uyarıcıya ihtiyacınız varsa yanınızdaki zararsız fakat hafif düzeyde şok veren düğmelere basabilirsiniz. Sonuç oldukça etkileyiciydi; 15 dakika düşünceleriyle baş başa kalamayan erkeklerin oranı 2/3'tü ve düğmeye bastılar, hatta aralarından bir tanesi 190 defa şok almayı, düşüncelerine tercih etti. Kadın katılımcıların ise çeyreği kendisiyle 15 dakika kalmaya dayanamadı. (Ayrıntılı habere ulaşmak için;https://www.theguardian.com/science/2014/jul/03/electric-shock-preferable-to-thinking-says-study)

“İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.” der Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken'de. Hayatımın değişik safhalarında bu cümlenin doğruluğunu hep tecrübe ettim; aynı geçen hafta gibi. Uzun zamandır, zamanın daha yavaş aktığı ve temiz havası olan bir yerlere gitmeye ihtiyacım vardı. Bu ihtiyacı hissetsem de aklım "şimdi olmaz" deyip durdu, ta ki gönlüm aklımın ellerini bir anda arkadan bağlayıp onu bir kaç saat içinde havaalanına götürene dek. Sürüncemede kalmayan heyecanımdan, Atay'ın dediği gibi çok güzel şeyler çıktı. Yukarıdaki araştırmayı kendime defalarca uyguladım; sayısız 15 dakika düşüncelerimle kaldım. Telefonumdan tüm sosyal medya hesaplarını sildim. Telefonumu çoğunlukla uçak modunda bıraktım. Yani şok almadım. Zaman zaman şok almaya otomatik şekilde giden elimin farkına vardım. Kitaplar değil, kendimi okudum ve yazdım. İçimde bir şeylerin iyileştiğini hissettim. Şoksuz (yani kimseye ulaşmadan ve ulaşılmadan) ve çoktandır bilinçsizce yadsıdığım düşüncelerimle geçen zamanlar içime şifa oldu. "İşe yaradığını bildiğimiz şeyleri yapmayı (kendinle tatile çıkmak, spor yapmak vs) sıklaştırmak yerine durdururuz ki?" diye düşünerek dönüş yoluna koyuldum.

Sağ salim uçak İstanbul'a indi. Yanımda ise sanırım o deneyde 190 defa şoka uğramayı tercih eden adamın ruh ikizi oturuyordu. Aramızda şöyle bir diyalog geçti;
Ben: Beyefendi hostes size sesleniyor, uçak henüz durmadı, telefonu kapatmanızı söylüyor.
Yanımdaki yolcu: Eeeh
Kapamadı. Telefonuna göz ucuyla baktım, ısrarla aradığı kişinin adı "Maviş"ti. Belli ki, uçakta olduğumuza göre söz konusu Maviş ise, gerisi teferruattı. Maviş, acil haber bekliyor diye düşündüm, empati göstermeye çalıştım. Durumu onaylamasam da, anladım. Ama anlamadığım şey, yolcunun Maviş'ten yanıt alamayınca ardından facebook hesabına girerek, listesinden insan seçip, yaklaşık 4 kişiyi daha aramasıydı. Yaptığı konuşmalar ise hiç bir acil duruma işaret etmiyordu. Belli ki bir şok arayışındaydı. Kendisiyle baş başa kalmanın dayanılmaz ağırlığı basmıştı. Oysa bu durum, dayanılmaz bulduğumuz düşüncelerle ilişkimizi değiştirmenin, kendimizi tanımanın ilk ve en önemli adımıdır; ağırlığı ustalıkla ve merakla kaldırmak. Ama önemli olan bu noktada bizim ne tercih ettiğimizdir; düğmeye mi basıyoruz yoksa cesaret ve merhametle içimize mi bakıyoruz?
Bugün kendinize bir güzellik yapın ve düğmeye istemsizce yönelen elinizi -bir defalık da olsa- yaramaz bir çocuğun eli gibi kabul edip kalbinize götürün, gözlerinizi kapatın ve içinize bakın.
Şoksuz bir hafta sonu dileklerimle,
aydan