Hiç herhangi bir restoranda tuvalete doğru ilerleyip, kapı tıklatıp, içeriden bir ses gelip gelmediğinden emin olmadığınız için bir kaç dakika kapıda bekleyip, biraz bekledikten sonra "içerideki de kaç saattir çıkmak bilmedi" diye içerlerken, kapıyı tekrar tıklattığınızda içerisinin müsait olduğunu fark etmişliğiniz oldu mu? Peki eğer olduysa, o sırada "Hay Allah boşmuş, kaç dakikadır kapıda boş boş bekliyorum" diye hafifçe kendinize kızdınız mı? Hah, işte oradaki kızgınlığı konuşalım bugün. Şansımızı yeterince zorlamadığımız için kendimize duyduğumuz kızgınlığı ve ıskaladığımız fırsatları...
Önce tuvaletin kapısını çalınca bir ses duyup duymadığımızdan emin olmamıza rağmen, kapıyı daha sert çalmaktansa neden kapıda beklediğimize bir göz atalım. Kafamızdan şu seçeneklerin geçmesi muhtemel;
a-Ya çaldım işte, içeride birisi varsa ayıp olmasın.
b-Zamanı gelince çıkar, bekleyelim.
c-Şansımı zorlayıp, aptal gibi gözükmek istemiyorum.
Bir de bu seçenekleri, kendisine karşı anlayışlı ve objektif yaklaşan birisinin (büyük olasılıkla) nasıl değerlendirebileceğini görelim;
a- Ben birisini rahatsız etmek için değil, sesi duymadığım için kapıyı çalıyorum. Eğer karşı tarafa ayıp edersem özür dilerim.
b- Sabır güzel şey, ama gelen sesten emin olmadığıma göre şansımı tekrar deneyebilirim. En kötü ihtimalle yanlışımdan öğrenirim.
c-Şansı bir başkasını rahatsız etmeksizin zorlamak, cesaret işidir.
Geçenlerde bir restoranda bu iş başıma geldi. Kaç dakika bekledim. Meğer boşmuş içerisi. Fakat kafam doluydu, içeriden ses duyup duymadığımın farkında bile değildim. Beş dakika kadar bekleyip, içerideki kişiye ihtar niteliğinde kapı tıklamasını yaptım ve bir baktım içeride kimse yok. Tuvaletten çıkıp, masama dönerken kendi kendime "Şansını zamanında zorlamayanlar, en çok zaman kaybedenler galiba" dedim. Fakat bunu tuvalet sırası için değil genel manada düşündüm.
Hayalindeki işe "haddini aşma" korkusuyla başvurmayan, ailesinin onayını alamayacak diye istediği bölümü okuyamayan ya da günün birinde hayatın ona güzel yüzünü göstermesini beklediği için mütemadiyen sorumluluklarını erteleme eğilimi gösteren hallerimiz aklıma geldi.
Lisans okurken, bir arkadaşım vardı. Başka bölümlerdeydik. Çocuk NASA'ya iş başvuru yaptı. Hepimiz alaylı şekilde güldük. Onun, kendisinin farkında olmadığını düşündük. Velhasıl çocuk NASA'dan acayip umut veren kibar bir cevap aldı. Evet son tahlilde işi alamadı. Ama kapıyı tıklattı. Kapının açılmasını beklemek yerine, zaman kaybetmeden atılım yaptı. Kendisine ve potansiyeline saygı duyduğu için, insanları değil, iç sesini dinleyebildi. Zamanında hayalperest olarak gördüğüm o arkadaşımı, bugünki vizyonumla cesur ve ilham verici buluyorum.
Bana gelince, kendime anlayışlı olmayı öğrenmenin en büyük hediyelerinden birisi herhalde sesin gelmesini beklemek yerine, sese doğru gitmeyi öğrenmek oldu. Senelerdir cesaret edemeyen yanımla, kendisine anlayışlı yanımın yaptığı bilek güreşi, son yıllarda öz-anlayışlı yanımın takdiri hakeden galibiyetleriyle sonlanıyor ve kendime "Tut ki, yanlış ses duydun, yanlışından öğren, kırdığın kimse varsa özür dile ve devam et" diyebiliyorum. Çünkü en iyi ihtimalle olacakların sonu yokken, en kötü ihtimalle içeriden birisi bağırır:" DOLU!"
Comments